Translate / dil çevirici

10 Ekim 2013 Perşembe

kızılderili hikayesi

KIZILDERİLİ HİKAYESİ

Arkamda yürüme, ben öncün olmayabilirim. Önümde yürüme,
takipçin olmayabilirim. Yanımda yürü, böylece ikimiz eşit oluruz.

(Ute Kabilesi )



BÖLÜM 1


Yazları her sabah güneş Salinas Irmağı’nın doğusundaki çıplak tepelerinin üzerinden kendini göstermeye başladığında,ırmağın kuzey ucuna kadar sular sapsarı olurdu.

Bu durum suların akışıyla birlikte meydana gelen hareketlerle adeta renklerin dansını çağrıştırırdı.

Irmağın iki kıyısı da düzensiz bir şekilde baştan başa bazen ağaçlarla,bazen düz çayırlıklarla bazen de irili ufaklı kayalıklarla kaplıydı. Daha kuzeye gidildiğinde ara ara steplere de rastlanıyordu.

Salinas’ın güney kıyısında Comancheler’in,kuzey kıyısında ise Apacheler’in

kampı bulunmaktaydı. Bu iki Kızılderili kabilesi çok uzun yıllar bu bölgede birbirlerine zarar vermeden yaşıyorlardı. Onları ayıran sadece Salinas Irmağı’nın berrak suyuydu. Apacheler’in avcılık özellikleri daha gelişkindi. Komancheler ise daha çok bitkiler konusunda gelişkindi. Ancak gerektiğinde avlanmaktan sakınmazlardı. İhtiyaçları olmadıkça avlanmazlardı. Avlanırken en zayıf olanı seçerlerdi. Sağlam olanların neslini devam ettirmesi onların doğadaki diğer canlılara olan saygısından ileri gelirdi. Doğayla iç içe yaşarlardı. İnsanların doğadan uzaklaştıkça kalplerinin katılaştığına inanırlardı.




Bundan sonra anlatılacak olan hikaye Apache Kabilesinden Yorgun Bizon’un oğlu Koca Göbek’in hikayesidir. Hikayeyi Koca Göbek’in kendi anlatımıyla aktarıyoruz:

Salinas Irmağı, kış gelip buz tutana kadar yazları her sabah Pençe adlı atımla kıyıya gelir öğlene kadar yüzerdim.İnce ve uzun boylu olmama rağmen arkadaşlarım beni Koca Göbek diye çağırırlardı. Bu bölgedeki bütün Kızılderililer arasında Koca Göbek dendiğinde ben akla gelirdim. Ceylan derisinden giysilerim vardı. Apacheler’de her erkek çocuğu belli bir yaşa geldiğinde avladığı ilk ceylanın derisiyle kendisine giysiler yapılırdı. Bu onun ilk sınavını geçtiği anlamına gelirdi. Eğer avlanmayı başaramamışsa, başarana kadar üzerine sert bizon derisi geçirmek zorundaydı. Bu bir Kızılderili için utanç demekti, çünkü bizon derisi sadece çadır yapımında kullanılırdı.

Saçlarım uzun iki yana örgülü ve her iki örgünün ucunda da kabilemizin simgesi olan beyaz başlı kartal tüyü takılıydı. Kartalın gözleri kadar keskin gözlerimiz, pençesi gibi güçlü ayaklarımız ve avcı bir ruhumuz vardı.

Yine bir sabah yüzmek için Salinas’ın kuzey kıyısındaki kızıl kayalıklara geldiğimde, karşı kıyıda ırmaktan su dolduran birini görmüştüm.Comancheler’den olduğu kesindi. Giysilerinin üzerindeki renkler onu ele vermişti. Yüksek bir kayanın üzerine uzanıp, onu seyretmeye başladım. Henüz beni farketmemişti. Onun dikkatini çekmemek için oldukça sessiz hareket ediyordum.

Bu üzerinde rengarenk boncuklar salınan,alnı kırmızı kök boyası ile boyalı bir Comanche kızıydı. Yanılmamıştım. Zihnimi bir merak duygusu, bedenimi ise garip bir heyecan duygusu sarmıştı.

Kızılderililere özgü kavruk bir teni vardı. Boynu rengarenk boncuklarla sarılıydı. Geyik derisinden yapılmış giysileri üzerinde renkli kuş tüyleri uzaktan da olsa seçilebiliyordu. Siyah saçları iki yana örgülü ve incecik beline kadar uzanıyordu.Her iki örgüde de Comancheler’in simgesi olan atmaca tüyü asılıydı.Güneşin ışıklarıyla tüyler alaca bir renk alıyordu. Eteği ince ve kısa saçaklarla ,saçakların ucu ise parlak ve mavi boncuklarla kaplıydı. Elindeki kovaya su doldururken yapmış olduğu her harekette saçaklar salınıyor ve boncuklar birbirine çarparak ritmik bir ses çıkarıyordu.


Yüzü daracık ve yanakları küçüktü. İncecik beli Salinas ırmağı gibi kıvrılıyordu. Uzun bir süre kımıldamadan kayalığın üzerinde onu seyrettim. Suyunu doldurup gittiğinde halen kayalığın üzerinde duruyordum. Dalıp gitmişim. Birazdan uyandığımda güneş tepede bir tepsi gibi asılıydı. İlk defa o gün nehrin berrak ve ılık suyunda yüzmeden çadırıma geri döndüm. Akşam olup güneş ırmağın suları arasında kaybolurken, boynumda asılı kartal tırnağını avucumun içinde sıkarak Trinanka’nın duasını ettim. Bana uğur getireceğine inanıyordum. Sonraki günler her sabah güneş tepeden belirmeye başladığnda yine onu görürüm diye aynı kayalığın üzerinde bekledim. Fakat,yaz boyunca bir daha onu göremedim.

Aylar sonra kış bastırıp Salinas Irmağı donunca Comancheler’in bulunduğu karşı kıyıya geçmek zorunda kaldım. Apacheler’le Comancheler zorunlu olmadıkça birbirlerinin bölgelerine girmezlerdi. Aradan geçen uzun zaman sonra nehirden karşıya geçip,Comancheler’den vitrana kökü almaya geldiğimde onu ikinci kez görmüştüm. Vitrana kökü lapa oluncaya kadar kaynatılıp,suyu sıkıldıktan sonra soğuktan oluşan yaraların üzerine bastırıldığında onarıcı etkisi olan bir bitkiydi. Bizlerin, yani Apacheler’in reisi Yüzen Boğa için almaya gelmiştim.

Yazın toplanıp, kurutulmuş bitkileri derilerin içine tıkan iki Comanche kadının arasında durmuş, doldurulmuş derilerin ağzını bağlıyordu. Onunla konuşmak için çok az zamanım olduğunu biliyordum. Bitkiyi almak için yanlarına yaklaştığımda beni fark etmişlerdi. Yavaş adımlarla yanına yaklaşıp vitrana kökü istediğimi söyledim. Tedirgin ama gülen gözlerle beni süzdüğünü fark ettim. Bir keseye doldurulmuş bitki kökünü bana verirken göz göze geldik. Karşılığında yanımda getirdiğim donmuş bizon etini uzatırken adını sordum. “ Minik Yanak” diye cevap verdi. Sessizce hiçbirşey söylemeden çok kısa bir an öylece kalakaldım.Yavaşça bitkiyi aldım ve istemeden de olsa çadırın çıkışına doğru yöneldim. Çadırın içinde ruhumu bırakmış bedenimi dışarı atmıştım sanki. Salinas’ın kuzeyine, kampımıza dönmek için atıma binerken, uzakta,çok uzakta beyaz örtüyle kaplı ormanın derinliklerinden gelen uğultu yüreğimden gelen sesin yankılanmasıydı adeta.

Sonradan öğrendim Minik Yanak Comancheler’in reisi Uçan At’ın kızıymış…..





BÖLÜM 2


Yazın ve ilkbaharda çok hareketli olan Salinas Irmağı’nın kıyıları kış yaklaştıkça yavaş yavaş durgunlaşırdı. Irmak kenarına su içmeye gelen benekli ceylanlar,dağ keçileri,kocaman boynuzlarıyla etrafı gururla süzen geyik sürüleri, bütün yaz alabalık peşinde koşan kara ayılar,uzun uzun koşuşturmalar sonucunda soluğu ırmak kenarında alan bufalo sürüleri ,çakallar,tüm sürüngenler ve rengarenk tüyleriyle durmadan ötüşen ırmak kuşları artık görünmez olurdu. Hayvanların bir kısmı daha sıcak olan güney bölgelerine akın eder, bir kısmı da uzun süreli kış uykusuna yatardı.

Biz Kızılderililer için hayvanlar insanın ruhu gibidir. “Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar kaybolup giderse insanoğlu büyük bir ruh yalnızlığı içinde ölecektir. Hayvanlara ne olduysa insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Yerkürenin başına gelen, yerkürenin çocuklarının da başına gelecektir.” Biz buna inanırız…

Salinas’ın doğusundaki çıplak ve gri tepelerin zirvesinden aşağıya Salinas’a baktığınızda vadi boyunca batıya doğru kıvrıla kıvrıla uzanan bu ırmak kışın buz kestiğinden hareketsizleşir, adeta beyaz örtü tarafından iki kıyısı da esir alınmış gibi olurdu. Bu durum beyaz adamın yakaladığı kızıl derilileri sırtüstü toprağa uzatıp, kollarını iki yana açarak hem ellerinden hem de ayaklarından kazıklara bağlamasına benzerdi. Bir tür esaretti yani. Ancak ilkbaharla birlikte güneş yine çıplak tepelerden yüzünü göstermeye başladığında her şey değişir, bu durgunluk bir son bulurdu.

Kış kendini iyice hissettirmeye başlayınca Salinas Irmağı ve çevresi diz boyunca karla kaplanmıştı. Son beş gündür aralıksız ve ince ince yağan kar rüzgarın da etkisiyle koşulları gittikçe zorlaştırmıştı. Rüzgarla birlikte yamaçlardaki ağaçlık alanlardan başlayan uğultu vadi boyunca devam eder, çadırlarımızı yalayarak güneye Comancheler’in kampına kadar ulaşırdı. Bu uğultu sanki alaycı bir biçimde bize meydan okur, elimizi yüzümüzü vahşi bir ayı gibi çizer giderdi.

Apacheler olarak iki günde bir güneye gidip, avlanıyorduk. Avcı grupları üç kişiden oluşuyordu ve dört grup vardı. Ben ikinci gruptaydım. Bu sabah ava gitme sırası bizdeydi. Arkadaşlarım konuşan Ayı ve Kırık Yay ile birlikte sabah erkenden hazırlıklara başladık. Ava erkenden gitmek gerekiyordu. Bufalolar sabahın erken zamanında daha hareketsiz olurlardı. Ancak öğlene doğru biraz ısındıktan sonra daha hareketli oluyorlardı. Bu nedenle onları yakalamak zorlaşıyordu.

Ava gittiğimiz her gün benim için Minik Yanak’ı görme umudu oluyordu. Çünkü Comancheler’in kampından geçip daha güneyde avlanıyorduk. Minik Yanak ava gittiğim günlerde Comancheleri güneye bağlayan yol kıyısındaki küçük tepenin yamacındaki atlar için yapılmış korunakta beni beklerdi.

Bu sabahta erkenden atlarımız hazırlayıp, derilerle sıkıca sarıldıktan sonra oklarımızı da alıp Konuşan Ayı ve Kırık Yay ile yola çıktık. Kampın önündeki seyrek ağaçlıktan çıkıp, düz alan boyunca atlarımızla ikiyüz at boyu kadar ilerledikten sonra buz tutmuş Salinas Irmağını geçtik. Irmağı geçerken yavaşça ilerliyorduk. Beyaz örtünün her an kırılma olasılığı vardı.

Konuşan Ayı kocaman kafası, şiş yanakları, kısa ve kalın gövdesi ile uzaktan balkıdığına gerçekten kara bir ayıyı andırıyordu. Ama usta bir avcıydı. Kırık Yay ise ilk ceylan avında yayının ipini fazla gerdiğinden yay ortadan ikiye bölündüğü için bu ismi almıştı. Hızlı koşardı. Bu onun en önemli özelliğiydi.

Comanche Moon Painting



Salinas Irmağı’ndan karşıya geçtikten sonra düz ve dik bir yolu tırmanıp, tepenin arka tarafında bulunan Comancheler’in kampına ulaşırdık. Hiçbir zaman kampın içine girmez, yanından uzanan ve bizi av bölgesine bağlayan yolu takip ederdik. Böylelikle karla fazla boğuşmadan ve Comancheler’i fazla rahatsız etmeden ilerleyebiliyorduk. Atlarımız beyaz örtüde ilerleyebilmek için için yeterince güçlüydü. Atım Pençe beyaz örtü kadar beyaz, yelesindeki ve kuyruğundaki tüyler ise siyahtı. Ayaklarında ve kafasında da birkaç siyah leke bulunuyordu.

Sabah, gün daha yeni ışıldamaya başladığında yol kıyısındaki at korunağına gelmiştik. Gözlerim Minik Yanağı arıyordu. Kırmızı ile boyalı alnını, iki yanda örgülü saçlarını ve uzaktan ışıltısı fark edilen gözlerini görür görmez atımdan iner yavaş adımlarla yanına yaklaşırdım. Bu üçüncü görüşmemiz olmasına rağmen fazla konuşamıyorduk. Uzun süre iki elini de tutup, gözlerine bakar, örgülü saçlarını okşar ve dönüp atıma binerdim. “ İnsanın gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları anlatmakta yetersiz kalır” derdi yüce ruh.

Bu görüşmemizde Minik Yanak’a bileğine takması için yılan derisinden yaptığım ve üzerini üç kırmızı çizgi ile çizdiğim bir bileklik armağan ettim. Üç kırmızı çizgi sevginin,dürüstlüğün ve bağlılığın ateşini simgeliyordu.

Bir kez daha dönüp Minik Yanak’a baktıktan sonra bufalo sürülerinin olduğu yöne doğru Konuşan Ayı ve Kırık Yay’la birlikte yola koyulduk.Yüzlerimizde savaş boyaları vardı.Çünkü bu doğa ile yaptığımız bir savaştı. Siyah keskin gözleri,sarı hızı, yeşil ise gücü simgeliyordu. Doğa güçlüydü…”Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap! Eğer onu yenersem utanç duymayayım.” diye düşünürdü atalarımız.
Bu av yolculukları beni minik yanağa götüren sevgi yolculuklarına dönüşmüştü. Her seferinde daha büyük bufalo avlamak istiyordum. Avladığım her bufalonun büyüklüğü sevgimi de gittikçe büyütüyordu. Yakaladığımız bufaloları kızağa sıkıca bağlayıp, atlarımızla sürükleyerek Apache kampına kadar taşırdık. Ben bufaloları değil sanki Minik Yanağın sıcaklığını taşırdım kamp çadırıma. Bu durum bütün kış boyunca böylece sürüp gitti.

Kabilelerimizi birbirinden ayıran ve yaz sabahları ılık ve berrak suyunda yüzmek için gittiğim Salinas Irmağı şimdi buz tutan suyuyla beni minik yanağa bağlıyordu….


"Bu hikaye bu site kaynak gösterilerek yayınlanabilir. "

Popüler Yayınlar