Translate / dil çevirici

2 Haziran 2010 Çarşamba

GEORGE BERKELEY

GEORGE BERKELEY (1685-1753)


“Öznel idealizm” ya da kendisinin koymuş olduğu adla ”maddesizlik” öğretisi, Jonathan Swift ve Samuel Johnson gibi önde gelen çağdaşlarının gözünde sağduyuya sapkınca bir saldırı olarak nitelenen George Berkeley , çok erken bir döneminde defterine şöyle bir not düşmüştü: “metafizik gibi şeyleri yılmadan def etmek ve insanları yeniden sağduyuya çağırmak.” Berkeley’in “madde yoktur” anlayışını tümüyle yutacak çok az insan vardır herhalde. Bu anlayışı reddeden hatta fena halde yanlış anlayan Johnson’ın, yerdeki taşa bir tekme savurup “Bu düşünceyi, işte böyle çürütüyorum” dediği bilinir. Peki tamamen suçlamalı mıyız Berkeley’i? Ama öncelikle anlamak gerekiyor kendisini.

Berkeley’in felsefesi dikkate değer bir başarı sayılmalıdır aslında; üstelik felsefede, özellikle de bilim felsefesinde moda değiştikçe her an gözden geçirilip yeni bir şekle sokulabilecek niteliktedir. Zaten Avusturyalı fizikçi ve filozof Ernst Mach’la (1838-1916) başlayıp Albert Einstein ve kuantum fizikçileri ile devam eden modern bilim de göstermiştir ki Berkeley hiç de kimilerinin zannettiği gibi ahmak değildir. Onu ahmak zannedenler şu sözlerine pek dikkat etmemiş olsa gerek:


“varlığını reddettiğimiz tek şey madde ya da cismani tözdür. Bunun gerçeklikle bağdaşmadığını düşünen varsa, burada açıklananı anlamanın çok uzağında demektir. Doğadaki hiçbir şeyden yoksun değiliz.”


Yani Berkeley her şeyin bir yanılsama olduğu, insanların aslında hissetmediği, görmediği, işitmediği, acı ve haz duymadığı vb. iddiasında değildir. Johnson’un gazaba gelerek tekmelediği taş, Johnson’un ayağına ne kadar sert geldiyse Berkeley’in felsefesinde de o kadar sertti; ancak buradaki sertlik sadece bir sertlik ideasıdır.

Berkeley’in gerçekliğe ilişkin “sağduyu” görüşünü savunurken geliştirdiği argümanlar zarif, berrak ve oldukça hasistir: Aslında hepside İngiliz Fransisken düşünürü Ockhamlı William’ın (1285-1349) önerdiği çizgi doğrultusunda geliştirilmiştir. William (ki dindaşı Hıristiyanların zulmüne uğramıştı haliyle), “Ockham’ın Usturası” adını verdiği ilkeyi şöyle özetliyordu: Entia non sunt multiplicanda, yani “ varlıkları çoğaltmamalı” ya da kendi ifade biçimiyle “ gereksiz çokluktan kaçınmalı.” Bir başka deyişle, bir tanesinin yettiği yerde iki ya da daha çok şey kullanmayınız.

Johnson’un “çürütme”sine sempati duyarken arkadaşı Swift’in Berkeley’ye kapıyı açmayı şakayla karışık reddederek, nasıl olsa içinden kolayca geçip gideceğini söylemesi de bir başka örnektir.

Berkeley’in sevecenliği ve ruh güzelliği için dile getirilmiş samimi övgüler, felsefesini yıkmaya kararlı olduğu adama, John Locke’a gösterilmiş saygıyı kat kat aşar.
Berkeley, İrlanda’nın Kilkenny şehrinde doğdu. Dedesi, II. Charles’ın yeniden tahta çıkmasından sonra yerleşmişti oraya. 1700’de Dublin’deki Trinity College’a giren Berkeley, orada genellikle Locke’çu ilkelere dayanan bir öğrenim gördü. Ne de olsa 1688’deki devrimin ve hemen ardından “İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Deneme” nin yayınlanması ile kısa sürede dünyaca üne kavuşmuştu Locke. Oysa Berkeley hiç de öyle hırslı değildi.

Berkeley 1713’te ilk kez İngiltere’ye gittiğinde başlıca eserlerini yayımlamıştı bile: Halen önem taşıyan, hatta kimilerine göre en önemli katkısı olan “An Essay Towards a New Theory of Vision (1709, Yeni Bir Görme Teorisine Doğru Bir Deneme), “Treatise Concerning the Principles of Human Knowledge “ (1713, İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine) ve madde ile ilgili görüşlerini daha inandırıcı olacağını umduğu bir tarzda yeniden formüle ederek yine aynı yıl yayımladığı “Three Dialogues Between Hylas and Philonous” ( Hylas ve Philonous Arasında üç konuşma). Başka pek çok filozof gibi o da, temel görüşlerini çok genç yaşta geliştirmişti. 1871 de ortaya çıkan yirmili yaşlarında yazdığı defterlerinde sonradan yazdığı eselerinin tohumları bulunabilir.

1728 ‘de evlenen Berkeley, 1734’te İrlanda’daki Cloyne’a piskopos olarak atandı. Evlendikten sonra, piskopos atanmasına kadar üç yıl süre ile Amerika’da, çoğunlukla Rhode Island’daki Newport’ta kaldı. Amacı, Bermuda’da bir üniversite kurarak farklı ırklardan papaz yetiştirmekti. Fakat Avam kamarası’nın bu proje için taahhüt ettiği para bir türlü gelmeyince 1732’de geri döndü. Newport’ta kendi yaptığı ev bugün halen özenle korunmaktadır. Columbia Üniversitesi’nin ilk rektörü olan Samuel Johnson adlı bir filozof onun doktrinlerine inanmış, bir gün “geçerlilik kazanacaklarına” kanaat getirmişti. Berkeley ömrünün kalan kısmını çoğunlukla cemaatindeki yoksullara papazlık hizmeti vererek ve çoğu hastalığa iyi geleceğine inandığı “katran suyu” nun faydalarını anlatmakla geçirdi. Bu amaçla yarı tıbbi yarı felsefi bir eser de yayımlamıştı (1744). Bugün çoğunlukla “Siris” adıyla bilinen bu çalışması, onunla ilgili en başarılı kısa kitabı yazan İngiliz filozof ve şair, G.J.Warnock tarafından “tuhaf kocakarı inançları ile resmi bilgilerin düzensiz karışımı” diye nitelenmişti.

Berkeley’in felsefesi genel olarak tanındı; fakat sağlığında İngiltere’de çok az kişinin dikkatini çekti. Özünde bu felsefe, eserleriyle olabilecek en büyük popülariteye erişme ustalığını gösteren Locke’un hakim görüşlerine dayalı çağdaş bilimsel görüşe bir tepki niteliği taşıyordu. Eğitimli insanların çoğunluğunun benimsediği kabule göre dünya, Tanrı’nın mekanik bir şekilde harekete geçirmiş olduğu atomlardan (zerrelerden) oluşmaktaydı. Maddenin birincil nitelikleri ağırlık, biçim, büyüklük ve hareket idi. Bunlar maddenin özünde, iç yapısında yer alıyordu. İkincil nitelikleri oluşturan tat, renk vb. ise maddeden değil, bizlerden kaynaklanıyordu.


Voltaire gibi Fransız aydınlanması mensuplarının hiçbir eleştiriye tabi tutmadan Locke’tan olduğu gibi aldığı bu kavramlar kısa zamanda genel kabul görür hale geldi. Berkeley ise bunlara saldırdı; bunları sağduyunun sağlam ürünü olarak görenlere de sağduyu temelinde saldırılar yöneltti. Ona göre (Newton’un ki de dahil olmak üzere) bu teoriler, olgusal olmayan birer “faydalı teori”ydi; nitekim bundan ibaret oldukları da ortaya çıkmıştır.


Berkeley’in vardığı sonuç, maddenin varlığının mümkün olmadığı idi. Bu inancını dayandırdığı temel de yine infaz denecek ölçüde ampirikti. Öyle ki en kararlı ampiristlerden Locke bile yapamazdı bu kadarını. Berkeley’in argümanları Hume’un kinden çok farklı, ama ona rakip olabilecek, edebi niteliği son derce yüksek bir düz yazı ile ifade edilmiştir.

Locke’un evreni motor ve makaralardan, yay ve çarklardan oluşmuş dev bir makine gibi gören o dehşet verici, tanrı kavramından yapısal olarak yoksun anlayışı çok itici geliyordu Berkeley’e. Kendisinin en ufak bir tutarsızlığa düşmeden “yaratılışın gözle görünür güzelliği” diye niteleyebildiği şeyin “sahte bir muhayyel pırıltı’dan ibaret olabileceği düşüncesi nefret uyandırıyordu onda.

Locke’un ruhunda sıkıntı, kafasında karışıklık yaratan soruna, yani nesnelere ilişkin gerçekliğin, algıdakinden kesin biçimde farklı olması gerektiği sorununa Berkeley’in getirdiği çözüm, nesnelerin varlığını reddetmekti. “önce bir toz kopardık” diyordu, şimdi de önümüzü görememekten şikayet ediyoruz.” Kimse Berkeley’in yanıldığını kanıtlayabilmiş değildi. Ama görüşleri de fazla benimsenmemişti elbette.

Berkeley kısaca şunu söylemeye çalışmaktadır: “var olmak” demek “algılamak” demektir, o kadar. Maddeyi başından atmakla her türlü güçlükten kurtulmuş oluyordu. Ama inandırıcı olmayı da bekleyemezdi. Hele de ellerindeki bütün servetin, bütün malların, bir idealar toplamından başka bir şey olmadığını insanlara kabul ettirmeyi bekleyemezdi. Berkeley’e göre gerçeklik, idealar aracılığı ile sonlu, fani varlıklarla iletişim kuran sonsuz ve ebedi bir Tanrı’nın varlığıdır. Locke’un gayet elverişli maddeci ilkeleri doğrultusunda yetişmiş bir mülk sahibine hiçbir şekilde çekici gelmez bu görüş.


Berkeley’in maddesizlik görüşü konusunda Katolik ilahiyatçı ve popüler yazar Ronald Knox’un kaleme aldığı çok bilinen bir nükteli şiir vardır:

Bir genç adam vardı, ona sorarsanız,
“Herhalde, bu ne garip iş böyle, derdi Tanrı,
Eğer şu ağacı bir görseydi,
Halen dururken orada
Kimseler yokken Boşlukta.”


Nüktedancı bir şiir, ama Berkeley’in düşüncesinin özünü fena halde ıskalamış. Konox’un şiirine hınzırca ve isabetli bir cevap yetiştirilmiştir hemen:

Saygıdeğer bayım,
Derim ki ne garip iştir böyle şaşırmanız,
Ben her daim bu Boşluk’tayım,
Zaten şu ağaç da
Durdukça duracaktır orada,
Zira hep üzerindedir gözlerim,
Hürmetlerimin kabulünü rica ederim.
Tanrınız


1 yorum:

  1. Betway Casino App - JWT Hub
    The Betway Casino app gives you a wide range of sports 하남 출장마사지 betting options including football, basketball, 경상북도 출장안마 rugby, tennis, boxing and more.Betway Casino Promo Code: Just click hereBetway Casino Promo Code: Just click hereBetway 강릉 출장샵 Casino No Deposit 광주 출장샵 Bonus: 100% 과천 출장안마 match up to $1,000

    YanıtlaSil

Popüler Yayınlar