Translate / dil çevirici

17 Mayıs 2008 Cumartesi

BLAISE PASCAL

BLAISE PASCAL
(1623-1662)

“Descartes’ı affediyorum. Bütün felsefesinde Tanrı’yı başından atma hevesi görülür. Fakat yeryüzünü harekete geçirmek için bir fiske vurduğunu teslim etmekten de alamaz kendini; bunun ötesinde tanrıya ihtiyacı yoktur onun.”

İşte böyle der matematikçi, bilim araştırmacısı ve jansenci ilahiyatçı Blaise Pascal. Aynı tutumunu şu ünlü sözüyle de ortaya koyar: “Yüreğin kendi mantığı vardır, mantığın ise bundan haberi yoktur.”

Pascal’ın anlatmaya çalıştığı şey, Descartes’ın felsefesinde çok önemli psikolojik sorunların gözardı edilmiş olduğudur. Elbette mantığın da kendi mantığı vardır. Ancak dünyanın bugünkü haline bakacak olduğumuzda, mantık nasıl yüreğin mantığından bihaberse, yüreğin de mantığın mantığını bilmediğini söyleyebilir miyiz? Bu ikisini dengeleyebilmiş canlılar olsaydık mesele kalmayacaktı. Ama genel olarak öyle sayılmayız. Harikulade ve beceri dolu bilimsel uğraşlarımız da darmadağınık dini duygularımızla hiçbir şekilde dengeli değil. Boyun eğeceği şeyi bilmek isteyen insan, dışarıdaki kocaman dünyanın da bir o kadar akıldışı ilkelere göre yürümekte olduğunun farkına varır. Bizlerin de, içinde yaşadığımız evrenin de sırf şans eseri ortaya çıkmış olduğunu öngören ve günümüzün bir avuç popüler bilim araştırmacısı dışında da benimsenen önerme buradan kaynaklanır kuşkusuz. Rus yazar Dostoyevski’nin “tanrı yoksa, her şeye izin var demektir” sözleriyle dile getirdiği kavrayış sahici ve çarpıcı bir güç taşır.

Pascal, şans ve şansın niteliği hakkında çoğu insanın o güne kadar öğrenmiş olduğundan daha çok şey biliyordu (olasılık teorisinin kurucularından biridir) ve “her şeye izin olmalı” diye de düşünmüyordu. Onun projesini besleyen de aslında bu düşünceler oldu. Pensées (düşünceler) adlı eserinde görüldüğü gibi, acayip inanışları onu ne bir tür fanatikliğe, ne de bugünün ateistlerine yön veren diğerleri gibi iç gerçekliği inkara sürükledi.

Yürek acının her türlüsünü bilir, oysa mantık, acıyla nasıl başa çıkacağını da bilemez, daha beteri, onu nasıl açıklayacağını da. İnsanlar tapınacakları tanrının ille de makul düşünceli biri olmasını beklemişlerdir. Ama yine çok acı vericidir ki bu, sanıldığından daha karmaşık bir mesele olmuştur hep. İşte bu nedenle Blaise Pascal’ın “Düşünceler”ine daha çok başvuru insanlar.

Pascal 1623’te Clermont’da doğdu. Eğitimini bu konuda alışılmışın dışında fikirlere sahip olan babası Etienne üstlendi. Oğlunu matematik kitaplarından tamamen uzak tutan baba, yaklaşık on iki yaşında kendi kendine matematik çalışmaya başladığını fark edince, tavrını değiştirerek Eukleides’in bir eserini verdi ona. 1654’ten, yani kendisini Hristiyanlığa adamasıyla sonuçlanan dinsel deneyimi yaşamasından önce Pascal, bilim ve matematik alanlarında pek çok iş başardı. Bugüne kadar icat edilmiş ikinci hesap makinesi olan aygıtı yaptı. Konik kesitler üzerine değer biçilmez çalışmalar yürüttü. Deneyleri sayesinde barometrenin icat edilmesini sağladı. Son derece önemli bir bilim dalo olan olasılık hesaplarının temelini matematikçi Fermat’yla birlikte attı. Ama bu konuda da yüreğinin mantığının kendisini yolundan çevirmesine izin vermedi. Pascal 1662’de Paris’te ağrılı mide ülseri sebebiyle öldü.

Şans kavramını takıntı haline getirmiş bir matematikçide tipik olacağı üzere, bu görüş tanrının varlığına dair hiçbir kanıt bulunmadığı kabulüne dayanır. Dolayısıyla bir kumarbazın bahis sonucu konusundaki şansı ne kadarsa, bizim de insan olarak sonumuz konusunda o kadar şansımız vardır. “Burada akıl hiçbir şeyi belirleyemez.” Dolayısıyla yapmamız gereken, Katolikliğin doğru olduğuna dair bahse girmektir, diye ısrarla belirtir Pascal. Kazanırsa önümüzde sonsuz saadet dolu bir hayat vardır. Kaybedersek, o zaman da önceden bildiğimiz bir şeyi kaybetmiş olmayacağız. Fakat aksi yönde bahis tutuşursak, sonsuz sıkıntı dolu bir hayata katlanmak zorunda da kalabiliriz. Pascal’ın bu ünlü argümanı mantık açısından bir değer taşımasa da, duygusal açıdan karşı konulmaz bir güç taşır.

Pascal’ın “Düşünceler” adlı eseri yaklaşık dokuz yüz bölümden oluşur. Bir bölümde şöyle yazar Pascal:

“Duygularıyla yargılamaya alışkın olanlar akıl yürütme sürecini anlamaz, çünkü ilk bakışta görür onlar ve ilke arama alışkanlıkları yoktur. Diğerleri, yani ilkelere göre akıl yürütmeye alışkın olanlar ise tersine duygu meselelerinden hiç anlamazlar, bunlar hep ilkelere bakar ve ilk bakışta göremezler.”

Daha sonraki bir bölümde ise insanların duygularını gerçekten nasıl yaşadığı konusuna değinir:

“Bu durumda kafası karışmış insanın yapacağı şey, olayların başını yada sonunu bilebilme konusunda sonsuz bir ümitsizlikle ortasının nasıl göründüğünü algılamaktan başka bir şey olmayacaktır. Her şey hiçlikten çıkar ve sonsuzluğa doğru ilerler. Kim izleyecektir bu harikulade süreçleri? Bu mucizeleri, onları yaratan anlar. Başka hiç kimse değil. Bu sonsuzluklar üzerine fikir yürütmeyi başaramayan insan, alelacele doğayı incelemeye koyulmuştur. Sanki sonsuzlukların doğayla bir ilgisi varmış gibi. Ne gariptir ki her şeyin başlangıcını anlamayı, bundan hareketle bütünün bilgisine ermeyi arzu etmiştir insanlar, tıpkı hedefleri gibi sonsuz olan bir haddini bilmezlikle. Ne de olsa böyle bir şey tasarlayabilmek için ya haddini bilmez olmak gerekir ya da doğanınki gibi sonsuz bir kapasiteye sahip olmak.”

Pascal, dinen çelişkiye düşmüş insan ruhu için son derece zeki bir yol gösterici olarak okunabilir. Onun bu yanı, büyük ölçüde yetiştirilişindeki aşırılıkların, aynı zamanda çağının güçlü ve gözde Cizvitlerinde görülen gevşeklik ile sahici ciddiyet noksanlığının ürünü olan kendi jansenci Katolik eğilimleriyle bağlantılıdır kesinlikle. “Bir sap ottur insan, doğadaki en zayıf ot, ama düşünen bir ot.” “İnsan ne melektir ne de canavar; ve ne büyük talihsizliktir ki melek gibi davranması gerekeni, canavar gibi davranır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar