Translate / dil çevirici

17 Mayıs 2008 Cumartesi

RENE DESCARTES

RENE DESCARTES

Hak ettiği gibi modern felsefenin babası olarak bilinen Rene Descartes (1596-1650) tarihin en etkili insanlarından biriydi. Yaşadığı çağın taş kafalı tahammülsüzlüğü, Galileo’nun başına getirdiği gibi onun da kendini ifade etmesine engel olmuştu.

Özel hayatı hakkında çok detaylı bilgi olmamasına rağmen hakkında bilinen az şeylerden biri, kendisi 44 yaşındayken kızı Francine’nin ölmesinin onun için ağır bir darbe olduğudur. İsveç Kraliçesi Christina’yı ziyaret amacıyla bulunduğu İsveç’te zatüreden ölmüştür.

Descartes ketum biriydi, ama Cizvitler tarafından yetiştirildiğini ve özgür düşünceyi savunanların ölümle, işkenceyle ya da ikisiyle birden cezalandırılabildiği bir çağda yaşadığını (özgür düşünce savunucularına bu çağda da farklı bir şey yapılmıyor aslında. Pek de bir şey değişmiş sayılmaz.) dikkate alınca, bu o kadar da abartılı değildi.

Descartes, “Cogito, ergo sum” (düşünüyorum, öyleyse varım.) diyerek kendinden başka herkesin, kendi bilgisine ilişkin ciddi kuşkularını dağıtmasını sağladı. Bir anlamda onun felsefesinde birinci şahıs çok fazla yer tutar. Cogito (düşünüyorum), açıklayıcı potansiyelden yoksun olmakla suçlanacak çok sayıda beyanından ilkiydi onun. Ama yine de şöhretini garantilemiş bir sözdür. Descartes’e çalışmalarına devam etme gücünü veren bu söz olmuştur.

Öncelikle matematikçi, dolayısıyla matematiksel mantığa alışkın olan Descartes, matematiksel akıl yürütmenin son derece kesin görünen felsefenin nispeten tartışmalı alanlarına uygulamaya karar vermişti. “ İnsanın bilgisi dahilindeki her şey aynı şekilde birbiriyle bağlantılıdır.” Diye düşünmekteydi. Gökyüzünde ve yeryüzünde felsefenin hayal ettiklerinde çok daha fazlası var. Ve bunu başaracak insan Descartes’tı. Her şeyden önce matematiksel bir kesinlik arıyordu.

Descartes, Fransa’da ,Tours yakınlarındaki La Haye’da dünyaya geldi. Anjou’daki La Fleche’te yeni kurulan Cizvit okulunda öğrenim gördü. İleride etkisiyle önce sorgulanıp sonra yerle bir edilmesine sebep olacağı skolastik felsefeyi orda çok iyi öğrendi. Aynı zamanda Aristoteles’in düşüncelerine karşı düşünceler oluşmaya başlamıştı Descartes’ta. Ardından Poitiers’de başladığı hukuk öğrenimini 1616’da tamamladı. 22 yaşına gelince, “düşünmek için zaman” bulma isteğiyle Nassau Kontu Maurits’in “Protestan” ordusuna katılarak Cizvit eğitmenlerinden ayrılmış oldu. Ulm’da seferdeyken, bilimleri birleştirmek üzere bir metodoloji geliştirdi.

Descartes sonunda (1628’de) Hollanda’ya yerleşti ve sonraki yirmi yıl boyunca orada yaşadı. Çok geçmeden ilk eseri Regulae ad directionem ingenii’yi (Aklın İdaresi İçin Kurallar) kaleme aldı. Ancak yarım kalan bu eser 18. yüzyıl sonlarına kadar yayımlanmadı. Le Monde’u (Dünya) 1634’te tamamladı Descartes, ama tam yayıma verecekken Galileo’nun, Kopernik sistemine ilişkin öğretisini- Descartes’da benimsiyordu bu öğretiyi- işkence tehdidi altında geri çektiğini haber aldı.

Descartes’ın Dıscours de la methode (Metot Üzerine Konuşma) adlı çalışması 1637’de, üç kısa bilimsel incelemenin önsözü olarak yayımlandı. 1641’de Meditationes de Prima Philosophiae( İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düşünceler) çıktı. Ardından 1644’te Principia Philosophia (Felsefenin İlkeleri ) yayımlandı. Son yayımlanan eseri Les Passions de I’ ame (Ruhun İhtirasları), duygular üzerine aşırı ölçüde entelektüel bir incelemeydi. Descartes kendini haklı çıkarma uğruna hayvanları ruhtan ve candan arındırarak mekanik olduklarını iddia etti bu kitapta. Ancak ruh ile maddeyi çılgınca bir şekilde birbirinden ayırmakla Descartes’ın herkesi rahatsız ettiğinden ve herkesin zihnini uyardığından kuşku yoktur.

“Metafizik Düşünceler” adlı eserinde şöyle der; “hiç kimse dünyanın varlığından ciddi biçimde şüphe etmemiştir hiç.” Madem şüphe vardır, bu şüphe geçerli olsun olmasın bir de şüphe eden olması gerekir. Yoksa şüphenin kendisi var olamaz. Descartes’a göre cin fikirli bir kesinlikti bu. Fakat Descartes, bu kesinlik konusunu başka bur sonuca sıçramak için kullandı daha sonra. Şunu ortaya koydu kusursuz bir tanrı (varlık da olabilir) kavramına sahip bu kusursuz varlığın olması gerekirdi. Kusursuz bir varlık olmasaydı, kusursuz bir varlık düşüncesi de olmazdı.

Kartezyen diye bilinen sistemi geliştirdi. Bir tür yeni kurmaca “ikiciliği”(düalizm) ortaya atarak ve şüpheciliğin ötesine geçmiş geçerli bir felsefenin var olabileceği gibi bir kavramı yarattı. Dinde ikicilik, şeytan’ın da Tanrı’yla birlikte sonsuz olduğu anlayışını içeriyordu. Marksizim’deki “dünyada her şey karşıtıyla vardır.” İlkesini o zamanlar bu şekilde ifade etmiş Descartes. İkicilik ilkesine, “yin” ile “yang” ın sonsuza kadar birlikte olacağını da örnek verebiliriz. Başka ikicilik türlerinde de başka temel kutuplar bir aradadır. Fakat Descartes ruhu bedenden ayırıyordu. Maddeyi “formlar”ın gerçeği önünde büyük bir engel olarak gören Platon’un aksine Descartes, maddenin özünün uzayda sonsuz bir uzam kapladığı, uzayın ise matematiksel olarak nicelleştirilebilir bir töze (töz,değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefe kavramı. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan) sahip olduğu kanısındaydı.

Eğer materyalist olsaydı, her şey Descartes için daha kolay olacaktı. Ama o zaman dine uygun kesinliği de sağlayarak her konuda haklı çıkamayacağının farkındaydı. Örneğin madde “uzam” (uzayda yer kaplama ) olduğuna göre boşluk diye bir şey olamazdı. Fakat zihin ya da bilinç sorun yaratmaya devam eder ve bunun da çok basit bir nedeni vardır. Maddenin aksine ona dokunamazsınız. Ama yine de orada olduğunu biliriz. Bazı modern materyalist felsefecilere göre zihin, beynin fiziksel olarak tanımlanabilen bir dizi durumundan ibarettir.

Özgür düşünenlerin karşısına ellerinde hayatın ve ölümün kudretiyle çıkanları, düş gücü çok geniş bir yazar, bir yaratıcı olarak mat edebilirdi Descartes. Kendinden daha cesur, daha büyük olan Bruno’ yu yutmuş alevlerin kıyısında güvenli bir yolda yürümeyi seçiyordu. Descartes’ın dehasına yön veren çok sayıda karmaşık mekanizma içinde herkes tarafından kabul edilmiş ikisi, hem en sade hem de en güçlü olanlarıydı. Gösteriş merakı ve korku. Şüpheyi temel alarak kesinliği icat etmeye çalışan Descartes’in kendisi de şüpheden kurtulmuş değildi aslında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar