Translate / dil çevirici

17 Mayıs 2008 Cumartesi

THOMAS HOBBES

THOMAS HOBBES

İngiliz siyaset ve ahlak felsefesinin kurucusu Thomas Hobbes, çok uzun(1588-1679) yaşamış ve hemen her konuda eser vermiştir. Sadece felsefe alanında değil, din, matematik, mantık, psikoloji, dil ve optik alanlarında da. Cromwell Cumhuriyeti döneminde Paris’te yaşarken, kendisi gibi orada sürgün olan ve sonradan II. Charles olarak tahta çıkan çocuğa özel öğretmenlik yapmıştı (1646). Çağının neredeyse bütün düşünce adamlarını tanıyor, onlarla mektuplaşıyordu. Galileo, Descartes, Bacon gibi başlıcaları en çok borçlandıkları arasındadır. Düzyazı eser verme bakımından üretkenlikte hiçbir filozof onu geçememiştir desek pek de yanılmayız. Hatta şair yönü de vardı Thomas Hobbes’un; hayata yalnız bir filozof ve psikologun gözüyle değil, bu alanda pek başarılı olamasa da, ironik bir şairin gözüyle bakıyordu aynı zamanda.

Onun en ünlü eseri ve dünya edebiyatının en tartışmasız klasiklerinden biri olan “Leviathan” çoğunlukla yanlış anlaşılmıştır. İspanyol armadası yaklaşıyor diye korkuya kapılan annesinin erken doğum yapması yüzünden prematüre doğan Thomas Hobbes, bunu gerekçe göstererek kendini korkak biri gibi sunsa da, yazıları aslında çok cüretkar ve yiğitçedir. Bazı eserlerine yayın yasağı konan bir ateist olarak tanınmıştır. Thomas Hobbes kime saldıracağını çok iyi biliyordu. Nitekim kralların ilahi hakkını tanımadığı için kralın taraftarlarına, Püritenlere, özellikle Katoliklere ve hangi saftan olursa olsun bütün ahlakçılara saldırdı. Yalnızca eserlerinin değil, kendisinin de yakılmasını isteyen pek çok kimse vardı. Thomas Hobbes’u anlamamızı sağlayacak kilit nokta, Galileo’dan öğrendiği tümdengelim yöntemine tutkuyla bağlı kalmakla birlikte, kışkırtıcılık yeteneğinin tamamen farkında bir ironi üstadı da olmasıydı.

Thomas Hobbes, İngiltere’nin batı illerinden Gloucestershire ile Wiltshire arasındaki sınırda yer alan Malmesbury’de doğdu. Babası kimseyi umursamayan, kumara düşkün, fevri tabiatlı bir köy papazıydı ve bir başka papazı dövünce ortadan kaybolmak zorunda kalmıştı. Oxford’daki parlak kariyerinin ardından Thomas Hobbes, hayatının tamamen değilse de büyük bölümünü Devonshire ailesinin hizmetinde geçirdi. Charles’ın özel öğretmeni ve refakatçisi olarak kara Avrupası’na gittikten sonra Machiavelli’yi tanıdığı gibi, oradaki son düşünce akımlarını da öğrendi. Gerçi Francis Bacon’ın tümevarım yöntemini benimsemiyordu ama, Bacon’la kişisel ahbaplığı sayesinde Aristoteles’e dayanan skolastisizmi ve o dönemdeki aşırı soyut akıl yürütme yöntemini kesin biçimde reddebildi. Bacon’ın, sözcüklerin anlamsız ve içi boş bir şekilde kullanılmasına ilişkin “çarşı İdolleri” kavramından da etkilendiği açıktır. Dinin kendisinden hazzetmediğini düşünmek için bir neden olmasa da uygulanış biçimine büyük bir tepki duyduğu doğrudur.

“insanın gizli düşüncelerinde her şeye yer vardır; mukaddes, müstehcen, tehlikeli, hafif olabilir bunlar, hem de utanç ve suçluluk olmadan” derken, filozof olmaktan çok şairdi. Ama sadece bir filozof ve siyaset teorisyeni olarak değerlendirildi. Asla yeterince anlaşılamamış olan, onun meşru sınırlar içinde olabileceği ölçüde dünyaya ilişkin kesin biçimde bilimsel olan araştırmalara bilimsel bir açıklama ortaya koymak istemesiydi. Çağının dini uygulamalarını gerçekle ilgili bir şey değil de bir hukuk sistemi olarak görüyordu. Öte yandan Tanrı’nın Eyüb Peygamber’e sorduğu şu soru da pek hoşuna giderdi: “Ben yeryüzünün temellerini atarken nerdeydin?”

psikolojiyi iç gözleme başvurarak açıklamıştır: “ kişi düşünür, fikir yürütür, akıl yürütür, ümit eder, korku duyarken vb. kendi içine bakıp da ne yapmakta olduğu ve bunu neye göre yapmakta olduğu üzerinde dikkatle durursa, benzer durumlarda diğer bütün insanların düşüncelerinin ve ihtiraslarının neye benzediğine dair bir sonuca varacak, bunları da bilecektir.”

Thomas Hobbes “leviathan” dışında, Latince kaleme alınmış felsefi üçleme (1651-Devlet ile Toplumun Felsefi Temelleri-Philosophical Rudiments of Goverment and Society) ile Latince ve İngilizce otobiyografiler gibi başka önemli eserler de verdi. İngilizce eserleri on bir cilt kadardır. Latince yazdıkları ise beş.

Leviathan’ın amacı, insanın birey olarak rahata, güvenliğe ve huzura kavuşmasının bedelini anlatmaktır (Kitabı Mukaddes, Eyub Kitabı, Bab 41’de”Levyatan” adıyla geçen su canavarıdır bu ve Hobbes’un tezindeki hükümran devletin dehşet salan gücü için bir metafor olarak kullanılmıştır). Galileo’nun fiziksel evrenin keşfinde tümdengelim yönteminden yararlanmasından esinlenen Hobbes, insan faliyetlerini de aynı kesinlikteki tabirlerle tahlil etme peşindeydi. ( Hatırlatma; tümdengelim yöntemi doğru öncüllerden tartışma götürmez sonuçlar çıkarılmasını içerir; tümevarım yöntemi ise yalnızca olabilirliklerle ilgilidir.) Thomas Hobbes’un inancına göre her şey “ hareket halindeki madde”yle açıklanabilirdi. tek bir şey gerçektir” diye yazıyordu: “Fakat o da bizim yanlışlıkla bir şey olduğunu iddia ettiğimiz şeylerin temelini oluşturur. Tek içsel gerçeklik…harekettir.”

Tıpkı Spinoza’nınki gibi Hobbes’un evreni de maddidir. Düşünce ve tutkularımızın hepsi hareket halindeki maddeden kaynaklanır. Der ki, insanlar toplu halde yaşayan karıncalara ya da arılara benzemez; onların tersine rekabet eder ve “akıl”larını kullanırlar. Karıncalar ve arılar doğaları gereği birbiriyle uyuşur; insanlar ise ancak yapay olarak uyuşabilir.

Bu dünyada en büyük mutluluk, diğer bütün şartların eşit olması koşuluyla, karamsarların mutluluğudur. Hobbes kendi durumunu tarif etmekten keyif almaktadır aslında. Bu durumdaki insanlar, ölümden korktukları ve güvenlik istedikleri için bir hükümdara mutlak iktidar vermeye razı olurlar. Belki de kendi tarzı ile Hobbes, bu kadar bencil ve mekanik olduğu için insan doğasını eleştirmekteydi. Leviathan adlı eserinin bir bölüminde şöyle yazmıştır:

“Periler, hangi dükkanda ya da tezgahta dürdüler bu defteri, bir türlü bulamadı kocakarılar. Fakat gayet iyi bilinir ki Papazlar’ın Tezgahı, Üniversitelerdir ve buralardaki bilgi dalları da Papalık makamından kaynaklanır. Denir ki Periler bir insandan hoşnut kalmadıklarında, onu cezalandırmak için cinlerini salarlarmış üstüne. Kilise de bir sivil devletten hoşnut kalmadı mı kendi cinlerini yaratır. Hurafedir bu, meczup rahiplerdir. Fitne vaazları vererek hükümdarlarının ayağını kaydırırlar; kimi zaman da vaatlerle meczup edilmiş bir hükümdar, bir diğerinin ayağını kaydırır.”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar